18.07.2022
Herkesin hayatında kader’in kilitlendiği, neden sürekli bu oluyor dediği anlar olur. Bu anlar öyle anlardir ki, kendini dönen bir tekerleğin içindeki hamster gibi hissedersin. Sanki öyle olmak zorundadır başka seçeneğin yoktur. Başka türlüsü olamaz, hayat bunu bana neden yapıyor dersin, hep beni buluyor dersin, kader dersin, kendini kurban zannedersin. Hayatın bunu neden yaptığını anlayana kadar hiç birşey değişmeyecektir, hayat insanı anlayana ve barışana kadar zorlar; yani hep öyle olur.
Kimi için bu, sık tekrar eden bir ilişki motifidir. Kimileri için iş, kimileri için para, kimileri için aile, arkadaşlıklar bir şekilde tekrar eder işte. Sonu gelmez hayat boyu öyle olacağını zannedersin. Sonra bir gün hengameden çıkıp kendine dışarıdan bakmayı başarırsan, o an gelir ve iyi ki gelir, o dönen tekerleğe ilk ne zaman bindiğini fark edersin.
Benim hayatımda bu düzen kurmak oldu. Kendimi bildim bileli hep bir düzen kurmaya çalıştım. En mükemmel düzeni. Bir iş modeli, bir hayat modeli, bir ilişki, asla değişmeyen beni mutlak mutlu eden doğru kurgu. Ve o düzeni en mükemmel şekliyle kurduğuma inandığım an hep darmadağın oldu. Ve yepyeni bir düzen kurmam gerekti. O düzeni hep en mükemmel haliyle baştan kurmam gerekti. On beş sene aynı şirkette çalışmak için işe girdim, el ele ölmek için sevgili oldum, hayatıma renk katan detaylar her zaman olsun istedim.
Sonra kendimi dinlediğim hikayelerden bahsederken buldum bir gün. Dedelerimin hikayelerini. Babamın babası, 1900 lerin başları, I Dünya Savaşı’nın sonları, bugünkü Bulgaristan eski Zara’dan kaçarak gelmişler buraya. Meriç nehrini gece yarısı burunlarına kadar suda geçerek, zaten bu yüzden mübadil değiller, muhacirler. Annemin anneannesi, yine bir I Dünya savaşı sonları, Tebriz’den Kars’a göçmüşler, on iki kardeşten iki kardeş kalarak. Hepsi de varını yoğunu bırakıp, aslında kaybederek buraya yeni bir hayat kurmaya gelmişler.
Konuştuğum çoğu spritüeller, göç ilginç bir karmadır derler. Pratikte de öyle olur, göçmenler genelde pinti olur, garanti işe bayılır ve sahip oldukları her şeyi sıkı sıkıya tutmak isterler. Çünkü özellikle savaştan kaçanlar, kaybetmişlerdir, evlerini, düzenlerini, çoğunlukla sevdiklerini. Spritüel bakmasak, gerçekçi baksak, hafızanın nesilden nesile aktarıldığı kanıtlanmıştır. Bilinçaltının ise; sekiz yaşına kadar oluştuğunu düşünürsek, aslında gündelik hayatta edindiğimiz bütün hedefler, bilinçli olarak istediğimiz ne varsa hepsi maalesef fasafiso, bizler çoğunlukla sekiz yaşındaki bizleri ya da ailelerimizi, atalarımızı mutlu etmeyi istiyoruz, en derinde. Bunun adını koyduktan sonra, iki seçenek çıkıyor ortaya; olanı kabul etmek ya da değiştirmek.
Ben kendime baktığımda, bir göçmen’de bulunması gereken her şey bende vardı kontrolcülük, pes etmeme, baştan bir düzen kurma becerisi, disiplin. Peki ama neden her seferinde o düzeni kurmama rağmen tuzla buz edecek bir şey bulabiliyordum. Çünkü atalarımla ilgili bildiğim sahne buydu. İstediğin kadar iyi şeyler yap, bir gün kaybedersin. Delice istediğim şeyi her seferinde nasıl buluyor ve inatla kaybediyordum. İşte burada kendimi tanıdım, kaybetmekten korktukça kaybediyordum. Tüm göçmenler gibi ne kadar bir düzen kurmak istesem de, ben gayretin kendisine aşık olmuştum, Ben göçü sevmiştim, sıfırdan düzen kurmayı aramayı. Bulmak bana göre değildi, belki de kaybetmekten korktuğundan, korktuğum başıma geliyordu. Para için, aşk için, her şey için geçerliydi bu. Ben aramayı sevmiştim. Sonra kendime dedim ki; mademki aramayı sevdin, mademki sen göçü sevdin, sen bildiğin gibi bir muhacir değilsin. Belki de sen yolda gördüklerini, deneyimi seven bir çingenesin. Öyle kabul et kendini, deneyim ara, düzen ara, kur, yap, boz, eğil, bükül, doğrul.
O zaman kendimi mağdur hissettiğim her an bir anlam kazandı. Düzenim bozulmamıştı, Ben sıkılmıştım. Ama o kadar da korkmuştum ki, benim düzenimi bozmaya cesaretim yoktu, düzenimin beni bırakmazsını sağladım her seferinde. Sıkı sıkıya tuttuğum her şey, ellerimden kayıp gitmişti bir zamanlar. Şimdiyse vahlandığım her anı ilmek ilmek yarattığımı fark ettim. o tekerleğe kendim binmiştim, bugün en azından bunu biliyorum. İnsanların hepsi de temelde bunu yapar, bununla yüzleşir ya da yüzleşmez, bunu sever ya da sevmez.
Bu sefer ben galiba olanı, olduğum kişiyi sevdim. Yolculuğu sevdim. Gitmek istediğimde neden on dakikada valiz hazırlayabildiğimi sevdim. Şu an gidişler, bitişler, başlangıçlar heyecan veriyor, yenisi diyorum. Sevdiğim yerlere yeniden dönebilirim. Sıkıldığım yerden gidebilirim. Yepyeni yerler görebilir, yepyeni insanlar tanıyabilirim. Bir iş yürümezse yenisini yapabilirim. Biliyorum ki, ölümlerden, kayıplardan sonra bile bambaşka hayatlar kurabilmiş atalarım ve bu bana korku değil cesaret veriyor artık; çünkü fark ettim. Doğduğumuz yer, ailemiz, köklerimiz, sekiz yaşına kadar ne olduysa bunların hiçbirini değiştiremeyiz. Ama kendimizle yüzleşmeden, olanı sevmeden, geçmişi sırtımızda yük değil, heybemizdeki değerli taşlar gibi görmeden, oralardan geçmeden de, kendimiz olamayız. Burası da böyle bir farkındalık not defteri oldu bana. İçimden gelince yazarım. Bir de şarkı bıraktım. Öpücükler :*