#thejourneyisyours!

Exercise is done to develop and protect the values necessary for a person to be healthy, to reach their true potential with the right intensity practices. That's why I would describe myself as an exercise consultant, not a trainer.

Zumba, a group class that takes the world by storm, is as fun as it is brisk, and makes you lose 500 to 1000 calories in an hour. Dance-based fitness group class like Zumba is suitable for participants of all ages.
Uses Pilates equipment by adapting it to modern day conditions. It responds to the needs of the participants to improve their physical capacity by making use of the variety of exercise equipment developed by Joseph Pilates.
It prepares tailor-made programs to learn how to dance to the extent that you feel comfortable in social environments, if you are already dancing, to strengthen your technique by protecting and supporting your body, and to dance by protecting your cardiovascular system, musculoskeletal system against the side effects of dance.
Flexibility trainings, which should never be neglected at the end of the classes, and which sometimes aim at plastic stretching in muscle length, that is, permanent change in height, are indispensable. It uses modern methods beyond being painful, especially the PNF method.
18.07.2022 Migration Routes
Herkesin hayatında kader’in kilitlendiği, neden sürekli bu oluyor dediği anlar olur. Bu anlar öyle anlardir ki, kendini dönen bir tekerleğin içindeki hamster gibi hissedersin. Sanki öyle olmak zorundadır başka seçeneğin yoktur. Başka türlüsü olamaz, hayat bunu bana neden yapıyor dersin, hep beni buluyor dersin, kader dersin, kendini kurban zannedersin. Hayatın bunu neden yaptığını anlayana kadar hiç birşey değişmeyecektir, hayat insanı anlayana ve barışana kadar zorlar; yani hep öyle olur. Kimi için bu, sık tekrar eden bir ilişki motifidir. Kimileri için iş, kimileri için para, kimileri için aile, arkadaşlıklar bir şekilde tekrar eder işte. Sonu gelmez hayat boyu öyle olacağını zannedersin. Sonra bir gün hengameden çıkıp kendine dışarıdan bakmayı başarırsan, o an gelir ve iyi ki gelir, o dönen tekerleğe ilk ne zaman bindiğini fark edersin. Benim hayatımda bu düzen kurmak oldu. Kendimi bildim bileli hep bir düzen kurmaya çalıştım. En mükemmel düzeni. Bir iş modeli, bir hayat modeli, bir ilişki, asla değişmeyen beni mutlak mutlu eden doğru kurgu. Ve o düzeni en mükemmel şekliyle kurduğuma inandığım an hep darmadağın oldu. Ve yepyeni bir düzen kurmam gerekti. O düzeni hep en mükemmel haliyle baştan kurmam gerekti. On beş sene aynı şirkette çalışmak için işe girdim, el ele ölmek için sevgili oldum, hayatıma renk katan detaylar her zaman olsun istedim. Sonra kendimi dinlediğim hikayelerden bahsederken buldum bir gün. Dedelerimin hikayelerini. Babamın babası, 1900 lerin başları, I Dünya Savaşı’nın sonları, bugünkü Bulgaristan eski Zara’dan kaçarak gelmişler buraya. Meriç nehrini gece yarısı burunlarına kadar suda geçerek, zaten bu yüzden mübadil değiller, muhacirler. Annemin anneannesi, yine bir I Dünya savaşı sonları, Tebriz’den Kars’a göçmüşler, on iki kardeşten iki kardeş kalarak. Hepsi de varını yoğunu bırakıp, aslında kaybederek buraya yeni bir hayat kurmaya gelmişler. Konuştuğum çoğu spritüeller, göç ilginç bir karmadır derler. Pratikte de öyle olur, göçmenler genelde pinti olur, garanti işe bayılır ve sahip oldukları her şeyi sıkı sıkıya tutmak isterler. Çünkü özellikle savaştan kaçanlar, kaybetmişlerdir, evlerini, düzenlerini, çoğunlukla sevdiklerini. Spritüel bakmasak, gerçekçi baksak, hafızanın nesilden nesile aktarıldığı kanıtlanmıştır. Bilinçaltının ise; sekiz yaşına kadar oluştuğunu düşünürsek, aslında gündelik hayatta edindiğimiz bütün hedefler, bilinçli olarak istediğimiz ne varsa hepsi maalesef fasafiso, bizler çoğunlukla sekiz yaşındaki bizleri ya da ailelerimizi, atalarımızı mutlu etmeyi istiyoruz, en derinde. Bunun adını koyduktan sonra, iki seçenek çıkıyor ortaya; olanı kabul etmek ya da değiştirmek. Ben kendime baktığımda, bir göçmen’de bulunması gereken her şey bende vardı kontrolcülük, pes etmeme, baştan bir düzen kurma becerisi, disiplin. Peki ama neden her seferinde o düzeni kurmama rağmen tuzla buz edecek bir şey bulabiliyordum. Çünkü atalarımla ilgili bildiğim sahne buydu. İstediğin kadar iyi şeyler yap, bir gün kaybedersin. Delice istediğim şeyi her seferinde nasıl buluyor ve inatla kaybediyordum. İşte burada kendimi tanıdım, kaybetmekten korktukça kaybediyordum. Tüm göçmenler gibi ne kadar bir düzen kurmak istesem de, ben gayretin kendisine aşık olmuştum, Ben göçü sevmiştim, sıfırdan düzen kurmayı aramayı. Bulmak bana göre değildi, belki de kaybetmekten korktuğundan, korktuğum başıma geliyordu. Para için, aşk için, her şey için geçerliydi bu. Ben aramayı sevmiştim. Sonra kendime dedim ki; mademki aramayı sevdin, mademki sen göçü sevdin, sen bildiğin gibi bir muhacir değilsin. Belki de sen yolda gördüklerini, deneyimi seven bir çingenesin. Öyle kabul et kendini, deneyim ara, düzen ara, kur, yap, boz, eğil, bükül, doğrul. O zaman kendimi mağdur hissettiğim her an bir anlam kazandı. Düzenim bozulmamıştı, Ben sıkılmıştım. Ama o kadar da korkmuştum ki, benim düzenimi bozmaya cesaretim yoktu, düzenimin beni bırakmazsını sağladım her seferinde. Sıkı sıkıya tuttuğum her şey, ellerimden kayıp gitmişti bir zamanlar. Şimdiyse vahlandığım her anı ilmek ilmek yarattığımı fark ettim. o tekerleğe kendim binmiştim, bugün en azından bunu biliyorum. İnsanların hepsi de temelde bunu yapar, bununla yüzleşir ya da yüzleşmez, bunu sever ya da sevmez. Bu sefer ben galiba olanı, olduğum kişiyi sevdim. Yolculuğu sevdim. Gitmek istediğimde neden on dakikada valiz hazırlayabildiğimi sevdim. Şu an gidişler, bitişler, başlangıçlar heyecan veriyor, yenisi diyorum. Sevdiğim yerlere yeniden dönebilirim. Sıkıldığım yerden gidebilirim. Yepyeni yerler görebilir, yepyeni insanlar tanıyabilirim. Bir iş yürümezse yenisini yapabilirim. Biliyorum ki, ölümlerden, kayıplardan sonra bile bambaşka hayatlar kurabilmiş atalarım ve bu bana korku değil cesaret veriyor artık; çünkü fark ettim. Doğduğumuz yer, ailemiz, köklerimiz, sekiz yaşına kadar ne olduysa bunların hiçbirini değiştiremeyiz. Ama kendimizle yüzleşmeden, olanı sevmeden, geçmişi sırtımızda yük değil, heybemizdeki değerli taşlar gibi görmeden, oralardan geçmeden de, kendimiz olamayız. Burası da böyle bir farkındalık not defteri oldu bana. İçimden gelince yazarım. Bir de şarkı bıraktım. Öpücükler :*
22.01.2020 Mad Woman Power
Merhaba, Blogun değişti. Neden Yolculuk Senin? çünkü bu aralar blogumun kimliğini biraz daha kadın olma halleri, kendini bulma arama üzerine taşımak istedim, bu benim uzun zamandır demlendirdiğim bir fikirdi. Hazır yeni yıl da gelmişken, tam zamanı dedim Ne de olsa yeni yıl, gaza gelmelerin, baştan başlamaların zamanı. Yeni yıllar ve doğum günleri, özellikle otuz yaş bana bayağı vurmuştu, ne yapıyorum, bulunduğum yerde mutlu muyum? Konsept herkese göre değişir ama beni ilişkilerden vurmuştu ve bu benim kadın olmakla ilgili algımı baştan yapılandırdı. Bu ilişki benim için uygun mu? Değildi. Bugün benim için uygun olmayan birinin başka birisinin rüyası olabileceğini kabul ederek söyleyebilirim bunu. Aynısı benim için de geçerli. O arayış bana, ilişkilere dair bir sürü kitap okutmuştu. Ne kadar inanılmaz önemli bir meseleyse, ben bu evliliği sürdürememeye bir iş başarısızlığı gibi bakmış, epey mesai harcamıştım. Hayatımda yedi buçuk sene olan birini kaybetmek üzmemiş mesela, yaptığım bir anlaşma başarısız olmuş gibi üzülmüşüm yeni yeni fark ediyorum. Tüm süreçten bahsetmeye karar verdim. Çünkü insan bazı acılardan vazife çıkarmak istiyor. Oldukça egosantrik bir mesele ama diyorsun ki; ‘Ulan bundan insanlığa fayda olacak bir şey bulmalıyım, tüm bunlar rastlantısal olarak başıma gelmiş olamaz, yüce Tanrı beni buradan sınayarak, aldığım dersi tüm kadınlarla paylaşmamı istedi.’ HADİ YAA! İşte bu mesih kompleksiyle yazıyorum a dostlar. Ama size kötü bir haberim var. Kainatta bir zerre olarak o kadar önemli değiliz. Değerliyiz ama hayat hepimizden büyük. Ayrılığın standart dört evresini sağlıklı yaşadığımı düşünüyorum. Herkese çemkirdim, ağladım, çirkinleştim. Makul yas süresini de geçirdim, artık olayla aramda gerekli mesafe var ve tecrübemi paylaşabilirim. Öncelikle çekim yasasına inanırsınız inanmazsınız, etrafım tek tek boşanmış kadınlarla dolmaya başlamıştı, en iyi arkadaşlarım bir bir boşanmış kadınlar oluyor ya da arkadaşlarım ayrılıyordu. Kainat beni yeni duruma hazırlıyordu. Hepsine binlerce teşekkürler ve dipnot çekirdek kadronuza sahip çıkmak çok önemli. Gelelim evrelere; 1.Evre: İNKAR* Tamam bazı problemlerimiz oldu. Ama bence abartıyorum, aslında geri dönülmez bir noktada değiliz. Neleri Hallettik, hem başkalarının hatası bizimle alakalı değil, parmağını oynatsa düzeliriz (senin hayatından gitmeliyse parmağını oynatmaz) ve zaman geçer, bu arada süre uzarken beklenti yükselir; gün birde bir buket çiçek sonrası her şeyin normale dönmesine razıyken, birinci ay sonunda açık havuza jet indirse, adamda karısına ne hastaymış deseler filan ancak onurun bir kendine gelecektir. Ama daha azına da açık olmak gerekirse fitsindir. Her şey, hiçbir şeyin olmadığı günlere dönsün istersin, dönmez. 2.Evre: ÖFKE* Hayatımın yedi buçuk senesini ona verdim. Bunu hak etmedim. Buna yol açan herkes yok olmalı. Hepsi giyotine vurulmalı, asılmalı. Ne olursa olsun yanında oldum, bunun için mi? Salağım ben. Yanlış seçim yaptım, hayatımı harcadım resmen, ne için. Bak arkadaşlarının çocukları var. Al bak, aferin sana gerizekalı. Ne yapsam, nasıl zarar versem? 3.Evre: KABULLENİŞ* Aklından geçenlere dur de çünkü sen o değilsin fıtratın bu. Ona zarar vereceğim diye, kırılabilecek insanlara bir baksana. Değmez. Kimsenin suçu değil, sen yanlış bir seçim yaptın, kız kendine ama sonuç alamayacaksın olan oldu. 4.Evre: FARK EDİŞ* Tamam nerede kalmıştık. Bu kadar sene boyunca, kendime hiç mi vakit ayırmamışım? Neleri seviyormuşum? Arkadaşlarım vardı benim, neredeler? Ne kadardır onlara vakit ayırmıyor muşum? Biz biri birimize göre değilmişiz, ne gereksiz yere zorlamışız. Çevrenizde, bu süreci yaşayanlara bakın, tüm bu evreleri sırasıyla yaşayanların çok daha sağlıklı ve sindirmiş şekilde hayatlarına devam edebildiklerini göreceksiniz. Cool bir şekilde, dünyasında yaprak kımıldamamış gibi yapanlar, kalıcı olarak süreci sonlandıramayabiliyorlar, üstü kabuk bağlamış iltihaplı yaralar gibi ama irini akıtanlar, tentürdiyotu basanlar ve ardından her gün pansumanı değiştirenler bir kere uğraşıp yoluna devam edebiliyor. Ne kadar modern yetiştirilirsen yetiştiril. Bu ülkede kadın olarak annelik sıfatına, eşliğe o kadar yüksek bir değer atfediliyor ki, o kavram senden büyük ve kaybedilmemesi gereken bir statüye dönüşebiliyor. Neyi bile kaybettiğini görmeyeceğin bir halde buluveriyorsun kendini. Ama ondan vazgeçince, her şeyden vazgeçebilecek bir güç geliyor insana, ‘Deli Kadın Gücü’. Tüm ilişkilerden sıyrılabilecek, serbest kaldığında bazen abartabilecek Dikkat çünkü bazen insan bu kadarına gerek var mıydı da diyebiliyor insan yer yer, sakin Ancak ne olursa olsun; o güce, sizi siz yapan şeye, sahip çıkarsanız. En sevdiğiniz filmlere, hobilerinize, hayattan keyif aldığınız her şeyde ısrar etme, istemediklerinize hayır deme gücünüze, o hep yanınızda ve dostunuz olur, delirmeden :). Kendinizden vazgeçmek, bu coğrafyada doğmuş bir kadın için işten bile değil farkındayım; o zaman başka bir tarafından anlatayım, annenizin sevdiği, dostlarınızın eğlendiği, iş yaptığınız insanların güvendiği size, hayatınızdaki adamın sevdiği kadına sahip çıkmanıza sebep olan güç bu. O gittiğinde kimse için sevilecek biri kalmaz, ama en önemlisi sizin tarafınızdan sevilecek biri kalmaması, işte o yıkıcı olur. Bu haftalık bu kadar, size okurken, iyi gelebilecek bir video bırakayım, şarkı da keyifli animasyon da <a href="https://www.youtube.com/watch?v=bH90mNm5UXE&amp;t=40s">https://www.youtube.com/watch?v=bH90mNm5UXE&amp;t=40s</a> Haftaya bekar bir kadın olmakla alakalı yazacağım. Hepinizi öperim :*
14.11.2018 Happiness Industry
Geçen hafta iyi yaşam alışkanlıkları üzerine yazmayı planlıyordum, sırıtan bir fotoğrafım, gelsin yemekleri evden götürmeler, gitsin düzenli sporlar, prensipli ol, vizyonladıklarına odaklan. Olumlu düşün, pozitif yaşa. Ama bazen işlemiyor ve işlememesi insanı daha da insan yapıyor aslında. Planladığın gibi olmuyor; hissedişlerine mani olamıyorsun. Canım acımayacak kadar güçlü olmayabilirim, ama saklayacak kadar zayıf hiç olamam diyenlerdenim galiba. Kendimi uzun zaman mutsuz hissettim ve bu duygu içime ekildiğinden itibaren; bir şey beni yöntem aramaya itti. Düzelmek istedim ama bu düzelmeyi ilaçlarla sağlamak istemedim, modern bilimin insanı para için hasta edip, para için düzelttiğine inanırım ki; modern psikolojinin insanların çalışma hayatındaki verimini arttırmak için kurulduğunu düşünürsek bayağı da haklı sayılırım. Batı tıbbı semptomu yok etmeye odaklıdır, oysa uzakdoğu, şamanlar, kadim kültürler sebebi ortadan kaldırır ve iyileşme tam da buradan doğar. Tam da bu noktada; kişisel gelişim yazarlarını okumaya başladım, kadim toplumlardan, atalardan miras bir sürü şeyi denedim, -iyi de hissettirir bu arada- ve bilimum iyi düşün iyi olsunlar. Sonra çeşitli koçlarım oldu ve hepsi kendi hayatıma dair bir sürü şeyi görmeme vesile oldular, sağ olsunlar. Gelsin Hipnoterapiler, gitsin enerjiler, sinerjiler, geçmiş yaşam şifaları, regresyon çalışmaları. Onlar sırasında bir sürü yere dokundum, yüzleşmek kolay olmadı. Ruhum dev bir soğandı sanki, soydukça cücüğe ulaştım sandım ve orada bambaşka bir soğan daha çıktı. Bu blokajımı da çözersem harika hissedeceğim. Bunu da çözersem mutlu olacağım. Bu konuda alacak bir yaşam dersim var ama ne, şu an bunu görebilecek ruhsal olgunlukta değilim ama seviyorum sürecimi ve kendimi. Kendimi düzeltilmesi gereken bir şey olarak algıladım. Hala da hayatımı içten içe bir proje, tamamlanması halledilmesi gereken bir iş olarak görüyorum. Bunu başkaları da hissediyor mu, ben mi deliyim? Bilmiyorum. Yataktan benden başka kimse jiletle kazınarak kalkmıyor mu? Dünya bir sürü yönüyle berbat bir yerken; bunu sınanırken biz mi yaptık, beşinci boyuttan gelen reptilianlar mı yaptı bilemiyorum( yazın google’a göreceksiniz) ama üzerine bombalar yağan çocukların kendi yaşamlarının sorumluluğunu alıp, atalarından gelen bilinç altı kodlarını halletmek için ne yapacaklarını düşünmeden edemiyorum. Hayatının sorumluluğunu almaktan bahsediyor herkes, bu sorumluluğu iyi taşımak için, bilmem ne şifası çalışmalı derken; kendimi bambaşka bir endüstrinin müşterisi olarak görüyorum. Hintlilerin;dünyanın en berbat sömürülerini, tekamüllerinin bir parçası olarak algılamasına yardım etmiştir Budizm. Cem Yılmaz’ın dediği gibi; bir sonraki hayatında kralsın koy ver gitsin. Şu an tanıdığım bir çok spritüelistin; bilinçaltı kodlarımı bir türlü kırmaya yanaşmayıp, kötümserlikte kalıp, bu duygudan beslendiğimi düşüneceğini biliyorum. En az onlar kadar, modern hayatın bizi ruhumuzdan nasıl uzaklaştırdığını, ön korteksimizin çeşitli gıda, kişisel bakım ürünleri ve sudaki klor yoluyla baskılanıp, irademizin nasıl zayıflatıldığını biliyorum. Ancak; bunun olmadığı yerde bulunmak, bizler için fizikteki sürtünmesiz ortam kadar imkansızdır, dünya sürtünmesiz ortam değildir. Bu kadar zengin adam, bir damla huzur için Yağmur Ormanları’ na Şaman Ayinlerine gidiyor -merak ettiğim bir deneyim bu ayrı- ve bu mutluluk denen şey, zengin fakir bir sebzeden biraz daha fazla iqsu olan herkes için aranan, dert olan bir şey. Buna pozitif psikolojiyle ulaşmaya da çalışan da var, spiritüel yollarla da. Hayatın içinde mücadelenin içinde kaldığım, yaşamayı seçtiğim, dünyanın olağan halini, gerektirdiği yöntemlerle çözmeye çalıştığım zamanlarda, tüm bu zorlama halden iyi hissettim kendimi. Belki de gerçekten bazılarımızın yer yer kendine acıması, mutsuz olması gerek; mecbur değiliz bu mutluluk çabası haline. Bazen pişman olmak gerekiyor. Kendimi derin mutsuzlukların içinde bulmuşumdur, bayağı bir kötümserlik potansiyelim var ama hep şahane şekillerde çıktım bu hallerimden. Bir arkadaşa dün söylemiştim, bu sefer de çıkarım ama bir süre çıkasım yok demek ki. Gerekirse meditasyon da yapılır, ilaç da içilir, ama hayat kısa kuşlar ötüyor kafasının yanında; faturalar da ödeniyor, en sevdiklerin güvenini tuz buz edebiliyor ve sen çekim yasasıyla bunu çekmiş olsan da üzülebiliyorsun. Bu Mutluluk Pazarı, bu düzene göre olmamaktan mı, bu düzenin bize göre olmamasından mı doğdu bilinmez. Kaçmaktan öte yüzleşip sadece yaşamakla mümkün baş etmek gibi geliyor bana. Bir de sevgi şifa o da ayrı. İyi Haftalar. Haftaya Görüşmek üzere.
07.11.2018 To Love in Your Own Language
Sevgi, ilişkiler filan üzerine çok yazdım bu aralar. Ama ne yaparsın, ülke gündemi de belli. Her gün ölen kadınlar, dövülenler, sokaklar kavga dövüş. Akdenizli, kanı kaynayan, coşkulu bu topluma, dokunmak öyle yasaklanmış, kalplerine o kadar zincir vurulmuş ki; hepimizin derdi var bu konuda. Kimi görsem sevgi arıyor, kimi görsem hayal kırıklıkları var. Erkekler konuşmuyor, kadınlar şikayet edip duruyorlar. Bu kadar dokunmayınca, dokunulmayınca, dokunmanın tonu, algısı, en sonunda şiddeti değişiyor. Başı okşanmayan çocuklar; hasretle bekledikleri dokunuşları, ne şekilde bulurlarsa bulsun kaybetmek istemiyor, bir sevgi ifadesi olarak algılayabiliyorlar, bu bir tokatla bile olsa. Beni seviyor, kıskanıyor, ihtirasından kendini kontrol edemiyor, diye kendini ikna eden bir sürü kadın var. Bundan belki de; bütün diziler, sevdiğini kolundan tutup götüren maçolarla dolu. Alıp karşınıza konuşmayıp, sen küçüksün deyip, susturduğunuz çocuklar; kendini bağırarak ifade eden adamlar oluyor bir gün. Gary Chapman, diye bir yazar var. Beş Sevgi Dili; iletişim adına şahane bir kitaptır, onun yazarı. Benim için çok kilit bir zamanda okumuştum bu kitabı, evliliğimin ilk patladığı zamanlardı ve ben bu evlilik birliğinin geri toplanmasını bir iş edinmiştim, başladığım herhangi bir şey gibi başarıyla tamamlamak istiyordum, mücadeleye değer mi değmez mi, bana göre mi ona bile bakmadan :), edindiğim şahane yaşam dersleri oldu bu süreçte, o da ayrıdır. Hacer Sinem Karabaş koçum oldu ve bana bu kitabı önermişti. Temelde kitap şunu söylüyor. Beş tane sevgi dili var, ve bunların ara tonları. Tensel temas, sözel iletişim, nitelikli zaman geçirme, hediye almak, hizmet. Bu beş dilden biri şeklinde sevgiyi anlayan biri, bu dilde sevgisini sunar ve bu yolla sevgi aldığına inanmazsa, bu dilde sevgisini ifade edişinde, algılayışında problemler çıkar. Örnekleyelim, adam ve kadın ayrılma evresindedir ve ilişki terapistine giderler. Adam: -Tek bir güzel söz söylemez, nemrut, mutsuz, benimle evli kalmak istediğini bile sanmıyorum. Konuşamıyoruz, işi gücü temizlik yapsın, umurunda bile değilim. Kadın: -Her gün, evi en iyi şekilde organize ediyorum, faturalar her şey bana bakıyor, parasını ödemekten başka bir şey yapmıyor, çoraplarını ortada bırakıyor, dağınık, sonra da beni seviyormuş, boş konuşsun ancak. Diyalogdan anlaşılan şu; sevgi dili sözel iletişim olan bir adam ve sevgi dili hizmet olan bir kadın, kendilerince sevgilerini ifade etmelerine rağmen anlaşamıyorlar. Ancak; bir İtalyan ve bir Çinli’nin kendi dillerinde birbiriyle konuşması kadar anlıyorlar, birbirlerine ifade ettikleri sevgiyi. Kimi zaman; sevgi dili fiziksel temas olan bir çocuk, çocukluğunda dövülüyor, kötü hissediyor, bunun yanlış olduğunu aklıyla idrak etse de; bilinçaltı bunu sevgi ifade etme yöntemi olarak benimsiyor. Büyüdüğünde aile içi şiddet uygulayan biri oluyor. Cinsellik, fiziksel temasın bir tonu; siz bunu bütün kültürünüzde yasaklarsanız, bütün küfürlerde ceza yöntemi olarak ortaya koyarsanız, sevgiyi bu şekilde algılayan biri, ya da bu yolla sevgi alamayan biri ne yapar? Zorla alır. Bunun örnekleri uzar gider. Aksi söylenemez, tecavüz, şiddet, alıkoyma bunlar korkunç şeyler. Şu an meşrulaştırmaya çalıştığımı düşünmenizi asla istemem. Hatta şiddet mağdurlarının; kırk yıl terapiler görüp, anlamaya çalıştığını, ama bunu uygulayan hayvanların kendileriyle bir türlü yüzleşmeyip, en az üç kişiyi psikologlardan, yaşam koçlarından çıkamaz hale getirdiğini düşündükçe, yine bize empatili günler düştü eyvah deyip sinir oluyorum. Ama kendimizden başlamak gerek, kendi sevdiklerimizi anladıkları dilden sevmek, anlamak için biraz zahmet etmek gerek galiba. Yeryüzünde olan bütün kötü şeylerin sebebi sevgi eksikliği, sevgiyi hissedememek çünkü. Bunu önlemenin en kolay yolu da emek vererek, anlayarak, mesai harcayarak sevmek. Sevgi diye diye yüzüm aydınlandı be, oh iyi geldi sevgiler, sev, sevil, seviş, en iyisi vallahi. Umarım keyif alıyorsunuzdur. Yorum yazarsanız sevinirim. Merak ediyorum çünkü ne düşündüğünüzü. Haftaya biraz iyi yaşam alışkanlıkları üzerine yazacağım. <a href="https://www.youtube.com/watch?v=tmSzRx9RYLk">https://www.youtube.com/watch?v=tmSzRx9RYLk</a> Frank Sinatra’ dan gelsin bugünün fon müziği, Sevgiler